“… coşkuyla taşan gerçek benliğini bastırmaya kalksaydı, çok daha büyük bir bedel ödeyecekti. Durmadan “başkaları ne der” diye kaygılanan, sürekli olarak “şu işleri bir halledeyim, ondan sonra kendimi bütünüyle hayallerime adayacağım” deyip duran ama bir yandan da “koşullar el vermiyor” yakınan kırgın ve mutsuz biri olacaktı.”*
İnsanın içi huzurlu olsun, kendine-yaptıklarına-düşündüklerine, en azından kendi iyi niyetine ve samimiyetine güvensin; geriye korkması gereken hiç bir şey kalmıyor. Çalkalansa da, sarsılsa da yoluna giriyor herşey. Tam da istediği gibi oluyor.
Çok basit. İçinde sevgiyi, anlayışı, sabrı ve inancı barındırabilecek kadar dingin olabilirsen, en coşkulu en heyecanlı anlar da senin oluyor. O sakinliğe ulaşabilirsen, egosuz, hırssız, komplekssiz; kendini en dogalına bırakıp en uç neşeye de bir sen bürünebiliyorsun. En gözlerine bir sen bakabiliyorsun karşındakinin. En doğalını sen sevebiliyorsun belki. En mutlu sen olabiliyorsun hatta.
Arada garipsenen, arada üstüne konuşulan hatta, anlam verilemeyen, daha "anlamsızı" yanlış anlamlandırılan.
Mutlu musun?
İçin rahat mı?
Kendini biliyorsan, herhangi bir olaya bağlı kalmamalı sevgin,saygın,enerjin. Herşeyin ne kadar farkında olursan, o kadar dogru yerlerde soyutlayabiliyorsun kendini dış olaylardan. Bazen gerçekten hiç gerek olmuyor çünkü o üzeri dumanlı kargaşalara girmeye.
*Paulo Coelho - Portobello Cadısı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder