Tutarsızlık Uyarısı

"Kısa" yazılar yazmak istediğimi söylemiş miydim?


25 Temmuz 2012 Çarşamba

Zıtlık ögretileri.

Hisli Keçiler Biz



Biz böyleyiz.
Ben, çoğu yakınım, çoğu sevdiğim.. Bir sürü biz gibiler.
"Yaşama"nın tersini monotonluk, duraganlik, aynilasmak olarak gorenler.

İnatla severiz.
İnatla kırılır dökülürüz.
Sonra inatla yine severiz, azcık salağız.
İnatla inanırız. her daim güzele inanırız.
İnatla göğe çıkarız, inatla dibe batarız.
Hep düşüp kalkacağımızı bilecek kadar da akıllıcayız.

Bir çoğunun mutlu olamayacağı kadar çok mutlu olabildiğimizi bildiğimizden, arada kimsenin girmediği kadar karanlıga düşecek olmamızı da göze alırız.
Doya doya yaşamak dediğin, coşkuyla yaşamak bizim aramızda. İyiyi de kötüyü de.

En sadelik, en yalinliktir amacimiz, biliriz ki en karmasiklardan gececektir bunun icin yolumuz. Tum dunyaya en anlayisli iken, toleransimiz en dardir bazen en kiymetlilerimize.
Bundandır, gözlerimizden anlarız birbirimizi çogu zaman.  bakışımızdan duruşumuzdan.. Yara berelerimiz açık seçik gözükür birbirimize, konuşmadan biliriz.
Arada ne kadar ciddiyetle kirilip tepkilendigimizi, bazen herzmanki yumusacikligimizin aksine nasil gulumseyen insan gormek istemememizi, gozlerimizi kisip en kati ruhumuzla nasil var olabildigimizi, yok olabilmeye kendimize kaybedebilmeye ne kadar cok ihtiyac hissettigimizi bi biz anlariz.
Işıltımızı da birbirimizden alırız en çok. Var olduğumuzu bilmek, inancımızı sağlam tutar her hikayenin sonunda. İnancın gitmesi an meselesidir çünkü. Bir "diğer" çoğunda olduğu gibi.

Beklentilerin saçma olduğunu, herkesin çok farklı olduğunu, tek doğrunun tek yanlışın olmadığını çok önce ögrenmişizdir, herkesi kendi halince kabul ederiz, beklentimiz yoktur. Ama güzele umudumuz sonsuzdur.
Güzelimiz başka güzeldir bizim. Ufacık şeylerden uçuveririz, geçeceğini bile bile, o an çok sevindiğimiz için 2 gün sonra salya sümük aglayacağımızı bile bile, uçarız mutluluktan işte.  Diyorum ya, azcık salağız.

Hissiz nasıl yaşanır bilmeyiz çünkü biz, anlamayız, bir insan nasıl öylesine yaşar, inanamayız, içindeki duyguyu görmeye çalışırız yine, inatla.
Güzele hep inanmış gibi yaparız, sonra da inanırız.
"Pes et hadi artık" diyip kendimize, yine salaklıgımıza doymayalım ki onu da yapamayız.

"Hiç olmayan şeylere boşuna mı inanıyorum ben.. " duvarına çarptığımızda, illa yine bizden biri çıkıverir karşımıza akabinde. Seni bu yüzden en çok sevdiğini söyler. Her "uç"u aynı bünyede barındırabildiğin için hani .. Hepsiyle tanıdık hepsiyle barışık olduğun için.  Onun da her halini konuşmadan bu yüzden anlayabildiğin için; acısını hissettiğin, karışıklıklarını güvensizliklerini görebildiğin, mutluluğunu en çok sen paylaşabildiğin için, onla en çok sen kahkahalarla gülebildiğin için..
"Ben en çok böyle ve böyleriyle mutluyum zaten"i 1000.ye anlayıp, 1000.ye kurdugun " yok abi sevmicem ben bi daha hiç bişeyi bu kadar da vermicem kendimden yok canım bu ne böyle" bıdı bıdılarını 1000.ye  yalarız sonra.
1001.'yi de göreceğimizi bilerek.

İnatla.
Oh !
İyi ki varız !

7 Temmuz 2012 Cumartesi

Şehir nasıl renklenir

Gri havayı pek sevmem ben. Kahverengi binaların agırlıkta oldugu sokakları da.

Rengini bulabilmiş karakterlerin tutkunuyum ama.
İçinin renklerini yansıtabilenlerin hayranı.

Öyle yerler var ki mesela, insanların renk ceşitliliği havanın pusunu dagıtabiliyor, şehri ışıldatıyor.

Londra, bunlardan bir tanesi. Şüphesiz hem en gri havalılarından, hem de en renkli insanlılarından.

Sanırım bulunduğum süre içerisinde arada oturup çevremi izleme isteğimin sebebi, şehrin güzelliği kadar insanların çeşitliliği olmuştur.
Her detayda bir ifade mi olabilir mi? Olur..

Varoluşlarına cok saygılı insanlar var etrafta. Nasıllarsa kendilerini kabul edip o şekilde yansıtabilmeleri, herkesi kendi halinde kabullenebilmelerinin de sebebi sanırım.

Şehirdeki heterojen yapı, çok renklilik ne kadar belirginse 'öteki'lik o kadar az oluyor herhalde.
Ötekilik azaldıkca karakterler daha rahat, daha cesurca şekillenebiliyor, daha kendini bilerek, daha farkında olarak..
Özgür karakterler ise ifadeye, yaratmaya önem verdikce, sayısız sanat etkisi görüyorsunuz nereye baksanız.

İlham kokuyor her taraf, kapalı havaya canın sıkılamadan aklına biiir sürü şey geliyor gördüğün her detayda, heyecanlanıyorsun, hava önemini yitiriyor, bir eksinin bir cok artıyla nasıl unutulabildiğini görüyorsun bir kez daha.

Arada sorular kemiriyor içimi : Bunlar cok güzel, cok harika da, bunları nasıl yansıtabilirim ben? Duygu yogunlugu, bir şeyler yaratabilmeli çünkü. Çok güzel gecen zamanlar öylece begenilip kalmamalı, ondan bir şey üretmeli, bir şey yaratmalı, paylaşmalı, çogalmalı.

Elimde 3-5 fotograf, 3-5 yazıdan başka bir şey yok aslında o anları anlatabilecek, o duygular düşünceler nasıl somut bir şeylere cevrilebilir halen bilmiyorum. Kısa kısa anlara inceden inceden sızacaklar sanırım, diger bir coğunun sonucu oldugu gibi. Başka bir şeyler aklıma gelene kadar yani.

"Yaşamak fiilinin karsıt eylemi ölmek degil, can sıkıntısı ve monotonlaşmaktır" gibisinden bir söz okumuştum bir yerde.  Çok onaylamıştım kendimce.

Yaşadım, hissettim, bir şeyler daha birikti içimde, bunun güzelliğini de ayrıca hissettim :) Bu bile yeterli sanırım şimdilik.