"Hava da güzel oh ne güzel, neşe-keyif-huzur" diye uyandığım günde bir film ancak bu kadar bir anda dağıtabilirdi beni.
"Güneşi Gördüm". Seyreden bir çok kişinin önerdiği ama bir türlü seyredemediğim film... Mahsun Kırmızıgül'ü bir gün takdir edeceğimi nedense çok düşünmezdim ama hakkaten helal, çok iyi yorumlamış kendi yaşadıklarını, geldiği yer ve olduğu yer arasındaki farkı.
Bir sahnenin etkisinden anca çıkacakken başka bir sahne diğer taraftan vuruyor. Çok çok yoğun...
Bazen birilerini dinlerken "anlıyorum" dersin ya, anlayamadıkların o kadar çok ki aslında... Tahmin bile edemeyeceğin o kadar çok hayat var ki. Çok gerçek. Of çok trajik diye izlemekten kaçtığımız filmler var ya, işte onlar gerçek aslında.
Gün içinde konuştuğumuz yüzlerce insanla aynıyız, hatta dertlerimiz bile aynı aslında. Biliyorsun başka bir yerlerde başka hayatlar da olduğunu ama işine gelmiyor işte çok da hatırlamak. Hatırlayıp ne yapacaksın ya da? Kendi hayatına devam edeceksin en nihayetinde, yüzeysel.
Yine de tamamen kopup gitmektense uzaklar'ın varlığını ve gerçekliğini hatırlamak daha insan hissettiriyor insana kendini.
Bu arada "Uçurtma Avcısı"nın kitabı yine başka çocukları anlatan bir kitap, doğu batı uçurumunu türkiye sınırlarında değil de dünya sınırlarında anlatıyor. Afganistan-Pakistan ve diğer savaş ile anılan ülkelerdeki hayatları. Yine çok gerçek ve yine çok okunulası. Filmini seyretmedim, ama var.
"Turtles can fly" yine kesinlikle tavsiyem.
ve bu tarz filmleri sevdiğimi söylediğim dvdci'den diğer tavsiyeler, seyredeceğim;
*Two-legged Horse
*The Stoning of Soraya
Ha tabi "Başka Tanrının Çocukları" da bambaşka bir insanlar arası adaletsizliği anlatan bir filmdi. "Özürlüler" diye tanımladığımız, yine çoğumuza göre "uzak" olan insanları.
Uzaklıklar gerçekliği azaltmıyor. Ve uzaklarda bazı insanlar insanlığı hiç görmemiş, tanımamış. Sevemiyor, güvenemiyor, bilmiyor.
İnsanlar doğduktan sonra hangi ara değişiyor bilmiyorum ama insan her yerde insan değil...insanlık görmüyor, insanca yaşayamıyor ve sebep-sonuç ; hayatı boyunca insanlık gösteremiyor.
Tutarsızlık Uyarısı
"Kısa" yazılar yazmak istediğimi söylemiş miydim?
31 Ekim 2010 Pazar
Can u feel?
Keyifli. sade. basit. açık. mutlu. özgür. içten. yoğun.
Neşe. huzur. sevgi. tutku. coşku. samimiyet.
Farkında ol. düşün. "sev". hisset!
Arka fonda yunan müziği çalsın mesela. balkanlardan içini kıpır kıpır edecek bir şeyler. Yanında da gözlerinin içi "gülebilen", hissedebilen insanlar olsun. Hmm.. Masada da leziz yiyecekler ve yeni denenecek kokteyller olsun.
Gözlerinin içine baka baka dansetsin insanlar, kendince, içinden geldiğince, eğlenerek, severek, keyifle..
Öyle devam etsin gitsin. Olmaz mı?
Neşe. huzur. sevgi. tutku. coşku. samimiyet.
Farkında ol. düşün. "sev". hisset!
Arka fonda yunan müziği çalsın mesela. balkanlardan içini kıpır kıpır edecek bir şeyler. Yanında da gözlerinin içi "gülebilen", hissedebilen insanlar olsun. Hmm.. Masada da leziz yiyecekler ve yeni denenecek kokteyller olsun.
Gözlerinin içine baka baka dansetsin insanlar, kendince, içinden geldiğince, eğlenerek, severek, keyifle..
Öyle devam etsin gitsin. Olmaz mı?
21 Ekim 2010 Perşembe
"Ne zamandır araftayım"
Sevgili blog,
O kadar çok şey yazasım var ki! yazmaya başlayınca neler çıkıcak kendim de çok merak ediyorum ayrıca, ama o yüzden de yazamıyorum sanırım.
insanoğlu ne garip bir canlıcık değil mi? birsürü bizler var bizden içeri falan..
Yazmayacağım ya tamam.
Bu arada mor ve ötesinin araf'ı güzel galba,sardı son zamanlarda.
Bir de nouvelle vague, in a manner of speaking'in her zaman hastasıyım.
Daniel marriweather'ın impossible'ına da.
Brandi carlile- the story'i söylemezsem zaten olmaz.
Hayat güzel sevgili blog hayat güzel, bir öyle bir böyle, bazen de karışık, dağılıyor flan ama toplamda yine de baya bi güzel, tek bi bakışla gülüşle değişiyor çoğu zaman, unutmamak lazım=)
O kadar çok şey yazasım var ki! yazmaya başlayınca neler çıkıcak kendim de çok merak ediyorum ayrıca, ama o yüzden de yazamıyorum sanırım.
insanoğlu ne garip bir canlıcık değil mi? birsürü bizler var bizden içeri falan..
Yazmayacağım ya tamam.
Bu arada mor ve ötesinin araf'ı güzel galba,sardı son zamanlarda.
Bir de nouvelle vague, in a manner of speaking'in her zaman hastasıyım.
Daniel marriweather'ın impossible'ına da.
Brandi carlile- the story'i söylemezsem zaten olmaz.
Hayat güzel sevgili blog hayat güzel, bir öyle bir böyle, bazen de karışık, dağılıyor flan ama toplamda yine de baya bi güzel, tek bi bakışla gülüşle değişiyor çoğu zaman, unutmamak lazım=)
7 Ekim 2010 Perşembe
Olgunlaşmak dediğin..
Herkesten kaçtım, yazı yazmak için istiklal'in beni dışarıdan soyutlayabilecek, ama bir yandan da kalabalığıyla kafamı dağıtabilecek bir köşesini bulup oturdum.
Sonra birşeyler okumaya başladım her nasılsa, zamanım az diye yazı yazabilme yetim de kaçtı, onun yerine o an okuyup çok çok yakın hissettiğim bir yazıyı kopyalayım dedim buraya. Can Dündar'dan yine her bir cümlesini kendiminmiş gibi hissettiğim bir yazı..
"Artık eskisi gibi her haftasonu birileri ile dışarı çıkmak istemiyorum. Beni yoran ilişkiler, yeni tanışmalar, yeni yüzler aramıyorum. Eski dostlukların da özetini çıkarmaya başladım.
İlişkilerde tasarrufa gidiyorum her şeyde olduğu gibi ve gereksiz insanları hayatından atmak istiyorum.Yapmacık, inanmadan konuşmak istemiyorum artık. Beni anlamayanlarla konuşmak cümle kirliliği yaratıyor ve hak edenlere saklıyorum enerjimi. İstediğime istediğimi deme özgürlüğüne sahibim, eleştirme hakkını oluşturan yaşamışlık ve yeterli yaş faktörü artık bende de var.Ben demiştim sendromunda olanlarla arkadaşlıkları bir kez daha sorguluyorum. İlişkilerini sadeleştirmeye başlayınca sıra iyi ve kötü gün dostlarını ayıklamaya geliyor. Kötü gün dostlarını belirliyor ve onlara daha çok önem veriyorum. İyi gün dostu bulmak ne kadar kolaysa kötü gün dostu bulmak bir o kadar zor, biliyorum. Dostlar ihtiyaç olduğunda göçmen kuşlar gibi sıcağa uçuyor ve sadece seninle birlikte sürüden ayrı düşenler kalıyor..
...Sevgiye önem vermek gerektiğini, zamanı geldiğinde elinde sadece sevginin kalacağını biliyorum. Sevgi paylaşıldıkça oluşuyor, olgunlaşıyor.
Aileme, eşime ve seçtiğim tüm dostlarıma daha önce göstermediğim sevgi ve ilgiyi gösteriyorum. Biliyorsun ki gidenlerin ardında sadece iyilikler kalıyor, ne kadar sevgi dolu olduğu hatırlanıp anılıyor.
Dostlarıma, kendimize yemek yapmak hoşuma gidiyor. Mutfak eskiden bir zulüm iken şimdi zevk aldığım mekanlar arasına giriyor. Farklı lezzetler denemek güzel ve kendi lezzetimi kendimde yaratabileceğim belli bir damak zevkim ve mutfak kültürüm oluştu.Sonra Sezen’in şarkısındaki gibi anneni daha sık düşünüyorsun ve hatta anlıyorsun.
İşte bu yeni alışmaya başlanan ve giderek hoşa giden yeni duruma olgunluk deniyor. Yaşamışlığın, görmüşlüğün, geride kalmış üflenmiş doğum günü mumlarının bir sonucu kendiliğinden ortaya çıkıyor hayatın bir dönemecinde bu olgunluk. Ne zaman dersen herkese göre, ne kadar dolu yaşadığına göre değişiyor bu olgunluk çağına ermek.İnanın bana hayattaki düşüşler, zor alınan virajlar bu zamanı hızlandırıyor. Kendi dünyanın küçüklüğünü keşfetmek ve buna rağmen kendinin kıymetini bilmek çok işe yarıyor.
Bir gün hepinizin bu huzurlu olgunluğu bulmasını diliyorum. "
Ben de diliyorum ben de! :)
Sonra birşeyler okumaya başladım her nasılsa, zamanım az diye yazı yazabilme yetim de kaçtı, onun yerine o an okuyup çok çok yakın hissettiğim bir yazıyı kopyalayım dedim buraya. Can Dündar'dan yine her bir cümlesini kendiminmiş gibi hissettiğim bir yazı..
"Artık eskisi gibi her haftasonu birileri ile dışarı çıkmak istemiyorum. Beni yoran ilişkiler, yeni tanışmalar, yeni yüzler aramıyorum. Eski dostlukların da özetini çıkarmaya başladım.
İlişkilerde tasarrufa gidiyorum her şeyde olduğu gibi ve gereksiz insanları hayatından atmak istiyorum.Yapmacık, inanmadan konuşmak istemiyorum artık. Beni anlamayanlarla konuşmak cümle kirliliği yaratıyor ve hak edenlere saklıyorum enerjimi. İstediğime istediğimi deme özgürlüğüne sahibim, eleştirme hakkını oluşturan yaşamışlık ve yeterli yaş faktörü artık bende de var.Ben demiştim sendromunda olanlarla arkadaşlıkları bir kez daha sorguluyorum. İlişkilerini sadeleştirmeye başlayınca sıra iyi ve kötü gün dostlarını ayıklamaya geliyor. Kötü gün dostlarını belirliyor ve onlara daha çok önem veriyorum. İyi gün dostu bulmak ne kadar kolaysa kötü gün dostu bulmak bir o kadar zor, biliyorum. Dostlar ihtiyaç olduğunda göçmen kuşlar gibi sıcağa uçuyor ve sadece seninle birlikte sürüden ayrı düşenler kalıyor..
...Sevgiye önem vermek gerektiğini, zamanı geldiğinde elinde sadece sevginin kalacağını biliyorum. Sevgi paylaşıldıkça oluşuyor, olgunlaşıyor.
Aileme, eşime ve seçtiğim tüm dostlarıma daha önce göstermediğim sevgi ve ilgiyi gösteriyorum. Biliyorsun ki gidenlerin ardında sadece iyilikler kalıyor, ne kadar sevgi dolu olduğu hatırlanıp anılıyor.
Dostlarıma, kendimize yemek yapmak hoşuma gidiyor. Mutfak eskiden bir zulüm iken şimdi zevk aldığım mekanlar arasına giriyor. Farklı lezzetler denemek güzel ve kendi lezzetimi kendimde yaratabileceğim belli bir damak zevkim ve mutfak kültürüm oluştu.Sonra Sezen’in şarkısındaki gibi anneni daha sık düşünüyorsun ve hatta anlıyorsun.
İşte bu yeni alışmaya başlanan ve giderek hoşa giden yeni duruma olgunluk deniyor. Yaşamışlığın, görmüşlüğün, geride kalmış üflenmiş doğum günü mumlarının bir sonucu kendiliğinden ortaya çıkıyor hayatın bir dönemecinde bu olgunluk. Ne zaman dersen herkese göre, ne kadar dolu yaşadığına göre değişiyor bu olgunluk çağına ermek.İnanın bana hayattaki düşüşler, zor alınan virajlar bu zamanı hızlandırıyor. Kendi dünyanın küçüklüğünü keşfetmek ve buna rağmen kendinin kıymetini bilmek çok işe yarıyor.
Bir gün hepinizin bu huzurlu olgunluğu bulmasını diliyorum. "
Ben de diliyorum ben de! :)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)