Tutarsızlık Uyarısı

"Kısa" yazılar yazmak istediğimi söylemiş miydim?


18 Aralık 2011 Pazar

Bizim güzel hüznümüz

Geçen aşağıdaki "Fikrimin ince gülü" videosundaki Zeki Müren&Müzeyyen Senar'ın görüntülerine daldı gözüm sarkıyı dinlerken.
Tuhaf bi tebessüm konmuş yüzüme, şarkı bitince farkettim.
Ne güzelmiş o zamanlar tatavası yapmayacağım ama; bizim döneme göre en belirgin farklarından biri "hüzünlenebilmeleri" imiş bence.. Güzelce. hüzünlendikleri şey her ne ise, hakkını vere vere. Hüzne bile bir sevgi var, baş üstünde tutuyor.. Bunu yine aynı güzellikte ifade de edebilince, hissettiklerinden gurur duyabilen bir cesaretle, incelikle; daha da güzel yapmış onları bu.
İnsan gülümseyerek hüzünlenebilir mi?Evet! "Efkar" deniliyor hatta adına, turkce dısında tam da anlamını bulamayan bizim güzel hüznümüz..

Bizim nesil şarkıları daha cok "acımadı kii acımadı kiii" modunda ya da hüznünden intikam alma hissiyatında oldugu için; o nesilden bu nesile kaybolanları,değişenleri anca rakı sofralarında bu sarkıları tekrar dinlediğimizde görüp farkediyoruz, anca o zamanlar hüznümüze biraz sahip cıkabiliyoruz. en saf halimizi gösteriyor bazen bize rakı sofraları, en kaçtıklarımızı bazen hatta.
O sofradan kalkıp bi cluba-bara gidene kadar, bi kalabalıga girene kadar işte..

Daha az kendini gösteriyor olsa da, gercek olan o sofra oysa.

"Ah bu şarkıların gözü kör olsun".







17 Aralık 2011 Cumartesi

Throw It Away




Sözleri üzerine bi yazı da ben yazardım şimdi ama sarkı o kadar gevşetti ki beni klavyeye dokunasım bile kalmadı.
Hem yazabileceğim her şeyi özetlemiş zaten, uzatmasam da olur.
Hafifleyelim-hafifleyin-hafiflesinler diyorum sadece...


I think about the life I live
A figure made of clay
And think about the things I lost
The things I gave away

And when I'm in a certain mood
I search the house and look
One night I found these magic words
In a magic book

Throw it away
Throw it away
Give your love, live your life
Each and every day

And keep your hand wide open
Let the sun shine through
'Cause you can never lose a thing
If it belongs to you

There's a hand to rock the cradle
And a hand to help us stand
With a gentle kind of motion
As it moves across the land

And the hand's unclenched and open
Gifts of life and love it brings
So keep your hand wide open
If you're needing anything

Throw it away
Throw it away
Give your love, live your life
Each and every day

And keep your hand wide open
Let the sun shine through
'Cause you can never lose a thing
If it belongs to you

10 Aralık 2011 Cumartesi

Kapı eşiğinde korku

 7-8 yaşındayım. En fazla.  Evimiz çocuk bahcesi karsısında. Bir sürü arkadasım var, devamlı bir dısardayız, bir hepberaber evde..Kalabalıgız, değişik oyunlar yaratıp oynuyoruz hep..

Bizim eve, salona yeni bir takım alınmış; koltuklar, yemek masası...
Annem-babam bir akşam dışarı çıkıyorlar kısa süreliğine işleri var; o zaman kardeşim bile yok, yalnız kalıyorum o gece evde.  Çıkarken diyorlar ki, "Burcu, eve hiç bir arkadasın gelmesin, söz ver." Nedense cok vurguluyorlar, bir kaç kez..   "Tamam, çagırmıycam."


Kamerayı gören İstanbul cocukları coşkusu, şaşkınlığı/Ara Güler

Ben balkona cıkıyorum tek basıma evde sıkılıp, bizim mahalle arkadasları hep cocuk bahcesinde.. Konusmaya baslıyoruz ordan aşağıya dogru, ben diyorum "Bizim salona yeni takım alındııı cook güzeel" fln.. Tutturuyorlar gelelim de görelim.  Yok diyorum, olmaz.  Annemlerin onların gelmesini istemediğini de söylemiyorum ayıp olur diye, ama yok diyorum işte ısrar etmeyin, olmaz.  Ya diyorlar "Nolacak 2 dakika bak, söz veriyoruz bir görelim hemen cıkıcaz, ayakkabılarımızla giricez hatta cıkarmıycaz bile hemen koşarak görüp cıkıcaz." Ben de o kadar istiyorum ki aslında onlarla paylaşmayı, gözlerimi kapıyorum tamam diyorum.  Bak hemen girip cıkıcaksınız ama.. Annemler yeni gitti zaten, dönemezler daha.. 

Hemen 3.kata cıkıyor bizimkiler.  4-5 cocuk.  Ayakkabılarını cıkartıyorum tabi izin vermiyorum içerisini kirletmesinler diye.  Salona giriyorlar tam ben anlatmaya başlıyorum, "Şu yeni bu cok güzel şuna baksanızaaa" falan diye, acayip mutluyum; zil calıyor.  Annem-babam.

Kapın önündeki ayakkabıların görüntüsü hala aklımda.  O anki utanmışlıgım, yapmaman gereken seyi yapmışlık hissim, mideme saplanan igrenç pişmanlıgım.. Yemin ederim bugün gibi.

Bir hışım salona girip "Hemen cıkın" diyorum ne yaptıgımı farkedip, "Ben söz vermiştim sizi almayacaktım eve."  Ben kapı eşiğindeyken arkadaslarım cıkıyor, annem babam eve giriyor.. Ne arkadaslarıma ne anneme babama bakabiliyorum. O kadar kötü hissediyorum ki.. Her tarafa zararı dokunmuş, herkesin beklentisini yıkmış, herkesi üzmüş bir insanım o an..

Hemen odama gidiyorum, hiç biriyle konusmadan. Sinir bozucu bir sessizlik vardı zaten o kapı eşiğinde. Ne arkadaslar zorladıkları için kabul ettiğimi söyleyebilmiştim, ne zaten benim de cok istediğimi, hiç bi zararları olmayacaklarını vs..
Odama kapandım.  Suçluluk.
----
Bir kaç gece uykularımdan uyandım, sabahları bir agırlıkla uyandım, hatırlıyorum.  O gün biri bana "Yapmaman gerektigini biliyordun, yaptın.." diyerek yüzüme vuracak diye.  Yerin dibine girerdim heralde.  Annemlerle her türlü konuşmamızı heyecanlı heyecanlı geçiştirip başka konular acıp, o arkadaslarımdan da bi süre uzaklaşma yoluna gittim kendiliğinden.. Kötü davrandım biraz hatta, beni dolaylı olarak kötü duruma düşürdükleri için içten içe katılaştım onlara.  Temize cıkarmaya calıştım vicdanımı. 

Aradan bir süre geçti, annemler arkadaslarıyla konusuyorken muhabbet arasında dediler ki "Bu takımı aldıgımızda Burcunun arkadasları bile gelsin istemedik eve, dagıtmasınlar ortalıgı diye, ama o bile anlamış verdiğimiz önemi ki arkadasları ısrar edip geldiğinde bile bizim kadar dikkat etmiş hiç elletmemiş hiç biyere tertemiz duruyordu valla geldiğimzde..."

Önemli olan benim eve alıp almamam degilmiş meger.  Eve aldıktan sonra ne kadar dikkatli olup olmadıgımmış.  Ben sadece işin en düz mantık- en kabaca- en dıştan söylenen kısmına takılıp ona uymadgım için günlerce kendimi igrenç hissetmişim.  Oysa ki o arkadaslarım coktaaan ben odama kapandıktan sonra annemlerle konusmuş "Biz de 2dakika önce salonunuzu görmek için gelmiştik sadece" diye, annemler gayet sevimlilikle karsılamış onları uslu olup da hiç dagıtmadıkları için vs...

Bense o suclulukla kimseyle konusmak istemediğim, korktugum için olayın özünü anlamayıp, sormayıp, kendimce kurdugum hikaye içinde kendi kendimi yiyip bitirmişim.  Hiç geregi yokken. Aslında kimse bana kötü bir şey hissetmemişken.

O kapı eşiğinde biraz daha dursaymışım, utanıp kaçmadan, hikayeyi kendimce tamamlamadan, aslında hiç bir şeyin kurdugum kadar korkunc ilerlemeyeceğini görecektim sanırım. 

Bir şeyin korkusu, o şeyin olmasından çok daha beterdir ne de olsa. 
Korku, insanoğlunun hissettiği en korkunc hislerden biri hakkaten. 

Klişe bir hikaye biraz, Osho'nun "Korku" kitabının önsözünde bir hikaye yazar;
"Gece karanlıkta yürüyen bir adamın ayagı kayar ve taslı bir yoldan düşer, metrelerce aşağıya düşmekten korkar, çünkü yolun kenarının cok derin bir vadiye uzandıgını bliyordur.  Kenarda sarkan bir dala tutunur. gecenin karanlıgında gördüğü tek şey ayaklarının altındaki dipsiz ucurumdur, yardım ister, kimse duymaz, işkence.. her an gücünü kaybedip düşeceği korkusu.. biraz güç ile gün dogumuna kadar dala tutunur halde kalabilir ve güneş doğup da asagıya baktıgında ayaklarının altında sadece 15cm bir mesafe oldugunu görür düzlük ile.. "

Bunu okudugumda, yukarda anlattıgım anlarım gelmişti nasılsa aklıma, kaç sene öncesinden.. Ama hepimizin hayatından onlarca hikayeye baglanabiliyor sanırım buna benzerleri..

İnsan neden ve ne için korktugunu, yanlışın tam olarak ne oldugunu, istemediğinin tam olarak ne oldugunu ve olayın ne oldugunu iyice anlayabilmeli korkarken; ki boşuna kapanmasın odasına günlerce uykusu kaçmasın; zamanımız degerli, kötü geçmemeli boşa.