Saat akşam 5-6 civarı. Güneş hafiften kızgınlığını yitirmiş, sen gözlerini kısarak gökyüzüne bakıp, güneş yağı kokan, üzerine kumlar yapışmış vücudunu yavaş yavaş hasır şemsiyenin altından çıkarmaya başlıyorsun...Saçlarının rengi hafiften açılmış güneşten, tuz taneleri azcık sertleştirmiş tellerini ama olsun, burnunun üstü de pembeleşmiş, bol bol krem sürüyorsun yine soyulmasın diye.
Hemen sezlongların ardında bir kaç ahşap masa var, dalga sesini duyabileceğin kadar açmış müziğin sesini, kendi halinde bir yer. 4-5 zeytinyağlı meze, bir de alkollülerden bira satıyor sadece. İstersen rakı da buluyor ama bir yerlerden.. Deniz börülcesi de var evet evet. Kalamar+karides de olmalı.
Ayaklarını şezlongdan indirip dogrulup etrafına bakınıyorsun biraz, kalabalık dağılmış biraz, sezlongun üstüne koyduğun havlu ıslanmış deniz sonrası senden, kurusun diye asıyorsun kenarına .. Bikininin üstüne şile bezi elbiseni geçiriveriyorsun, hafifçecik.. Sandaletlerini bile giymeden yalınayak sıcak kuma bata çıka yürüyorsun ahşap masaların olduğu yere. Deniz az dalgalı, üç tarafı ise dağlarla cevrilmiş, yemyeşil; bir koydasın, evet. Karşında yunan adaları. Radyonun kayıtlı frekanslarında alışkın olduğun melodiler degil, yunan kanalları çıkıyor.
Önce o ahşap masalarda biraz atıştırıyorsun, sonra biranı patatesini alıp sezlonguna geliyorsun yine, her şey yavaş, her şey hafif.
Derin bir nefes alıp kokluyorsun, iyot - kekik...
Ege'yi özledim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder