Hatırlıyorum, lisede "carpe diem" diye yazardık tahta sıraların üzerine. 16-17 yaş özgür genç tripleri. Anı nasıl yaşamayı düşünüyordum o yaşta hakkaten hatırlamıyorum. Gece arkadaşlarımla "çarşıya" cıkarak mı, sene sonu etkinliklerinde sahneye cıkarak mı..
Ama şu an bildiğim bi'şey var, insanın bi cümleyi algılayışı bile an be an değişebiliyor. Bir anda bambaşka bir anlam kazanabiliyor bir kelime. hele ki bu tip "klişemsi" şeyler. kullanıyorsun kullanıyorsun da, gün geliyor bir şey kafana düşüyor sanki, hah diyorsun, "Buymuş meger bu ! Senelerdir ben öylesine kullanıyormuşum bu cümleyi de hiç yaşamıyormuşum. "
"Şu an"ımda "anı yaşamak" neymiş gibi hissediyorum biliyor musunuz?
Mesela şu an yüzümü güldüren, vücuduma gülümsetecek bir heyecan yayan bir şey var ya, onu "ama kesin bu benim suratımın asılmasına sebep olur bi kaç ay sonra" diyerek yarıda kesesim yok ... "Aklım yok mu" diyorum, o suratımın asılacağı zaman olur da gelirse "onu aşamaz mıyım sanki" diyorum.. Aşarım nitekim. Ne aşılmadı ki şimdiye kadar.. Ne yaptığımın farkında ve arkasında olacağım nasıl olsa, biliyorum.
Korkasım, kaçasım yok. Ne var işte, istiyorum napayım, "içimde tutacak degilim" ruh hali.. Bir keyfini cıkara cıkara, bir değerini bile bile yaşayış. Her ne ise.. O an nasıl isem..
Bi'şeyi idealize etmeye, ona anlam kazandırmaya calışmak büyük saçmalık. Yaşayacaklarından alıkoyan, hevesini kursagında bırakan bir bakış. Nereye gidiyorsa gitsin işte, o an güzelse güzel, daha neyini düşünüyorsun.. hayatta hep kalıcı olabilen ne var ki.. bişeyler değişip duruyor, kalıcı olmasını en basta bekleyerek kısıtlamak yanlış bi kere. kalıcılığı isteyerek başlarsın tabi ama bunu bekleyemezsin. Sağlam adımlarla yavas yavas ilerlemek ayrı bişey, onu desteklerim; ama geri kaçmak , ya da durmak; ı ıh.. O an güzelse güzel işte.. O an o ışıltıyı katıyorsa gözlerine, kendini donuklaştırmak kadar kendine yazık ettiren, boşa harcatan başka bir hareket var mıdır?
Kaç şey var ki kendimizden korkabilecek kadar çok istediğimiz?
Anı yaşamak, bu sorunun cevabını önemsemek işte. Şu an.
Tutarsızlık Uyarısı
"Kısa" yazılar yazmak istediğimi söylemiş miydim?
25 Kasım 2011 Cuma
Ben Anlarım
Bu şarkıyı, klibi cok cok sevdim nedense.
Nedense demeyeyim gerce, neden oldugunun farkındayım sanırım.
Çünkü en az konusarak oldugu kadar konusmadan da kurulan iletişime cok cok güvenip cok seviyorum. Anlatmadan bile anlayıp anlaşabilmeyi hani..
Duvarların sağlam sanarken içerdeki karmaşaların görülebilecek kadar algılanabilmesini, öz'e o degerin verilmesini hani..
Aklına biri girip değiştiğinde, senin o'ndan evvelki halinin de hissedilebilmesini ya da.
Yüzün gülücüklere büründüğünde bile birinin az evvel aglamış oldugunu farkedebilmesini de. Sana o degeri verip gözleyebilmesini yani.. Senin dısarıya gösterdiğinin ona yetmeyip göstermediklerini de merak eden birisinin oluşunu... O ilişkileri yani işte.
Her bişeyin sen oldugun için, o oldugu için süper oldugu, farklılıkların rahatsız etmek yerine keşfedilecek şeyler oldugu, beraberliğin birlik olduğu, yanyana olmanın yakınlık oldugu, bütünlük olduğu ilişkiler işte.. Yattıgında yalnız hissetmediğin, kendini tamamlanmış hissettiğin..
Sevmeyi, sevilmeyi, sevişmeyi en anlamlı-en kutsal-en mucizevi gördüğün, yaşadığın zamanlar ; dolu dolu "mutluyum" dediğin hani..
Şunun gibi yüzeysel değil, bunun kadar anlamsız degil bu kadar diye olumsuz tarafın örneklendirmesine hiç girmeyeceğim; bu şarkı beni,geçmişimi, şimdimi bana anlatıyor, hatırlatıyor sanki, resmen iyi geliyor, sözleri müziği kadar klibi bile hatta. Üzerine bir süre başka bir şey dinleyesim gelmiyor, diğerleri daha az içtenmiş gibi oluyor.
Bunu hergün kaç kez dinliyorum bilmiyorum, bu yüzden..
20 Kasım 2011 Pazar
Fill in the blanks
Bunun için yaşamıyor musun sen? İyi hissetmek için, heyecanlanabilmek için, canlılığını fark edebilmek için?
Varlığı ile büyük bir enerji, büyük bir istek gelmiyor mu üzerine? O ruhsuz halinden sıyrılıp hızlı atmıyor mu nabzın? Yaşantındaki diger seylerin sıradanlıgı içinde mucizevi gelmiyor mu bu canlanış? Çogu şeyi öylesine yaşayıp geçiyorken, bu kadar yüzeysel iken tüm duydukların-söylediklerin, olması gerektigi gibi gidiyorken, en kötüsü seni heyecanlandıran şeyler bile monotonlaşmışken artık, zor bulunan bir his degil mi bu içini ısıtan?
Kaybetme bunu. Ne yap ne et, ama kaybetme. Geçiştirme. Farkında ol ve keyfini çıkar. Hayatında bu yoksa, eksiksin aslında.
Varlığı ile büyük bir enerji, büyük bir istek gelmiyor mu üzerine? O ruhsuz halinden sıyrılıp hızlı atmıyor mu nabzın? Yaşantındaki diger seylerin sıradanlıgı içinde mucizevi gelmiyor mu bu canlanış? Çogu şeyi öylesine yaşayıp geçiyorken, bu kadar yüzeysel iken tüm duydukların-söylediklerin, olması gerektigi gibi gidiyorken, en kötüsü seni heyecanlandıran şeyler bile monotonlaşmışken artık, zor bulunan bir his degil mi bu içini ısıtan?
Kaybetme bunu. Ne yap ne et, ama kaybetme. Geçiştirme. Farkında ol ve keyfini çıkar. Hayatında bu yoksa, eksiksin aslında.
8 Kasım 2011 Salı
CittaSlow
Bu yazı ne zamandır merak edip incelemek istediğim bir kavram üzerine:
CittaSlow - Yavaş şehirler.
Hani özellikle de İstanbul'da yaşayan çoğumuzun devamlı "Kafa dinlemek için kaçmak istiyorum bir yerlere" serzenişlerindeki "bir yerler" var ya, onlar bu mekanlar işte.
Şuna benzetiyorum; bir insan vardır, her insan gibi kendine özel olan ama içinde bulundugu toplumun "idealize ettiği" kriterlerden farklı tarafları yüzünden, sırf cogunlugun begenisine uymadıgı için kendini daha cok "eksi"tarafta hisseden. Oysa ki o özelliklerin onu "farklı kılan"lar oldugunu farkedemeyen ya da geç farkeden..
Böyle durumlarda tam da o "çogunlugun negatif algıladıgı" özellikler başka bir bakış açısı tarafından öne cıkarılıp algı değiştirildiğinde, o farklı taraflar bir anda onun en özeli en güzeli olabilir ya hani, begenilmesini ve sevilmesini tam da bu saglayabilir ya..
Bu yavaş şehirler oluşumu da aynı buna benziyor işte.
Şehirlerin gelişmişlik, özgürlük, modernlik,zenginlik ölçüsünün ordaki gökdelenlerin, alışveriş merkezlerinin, büyük otel zincirlerinin sayısı ile orantılı tutuldugu günümüzde bunların hiç birini barındırmayan daha az nüfuslu, daha sakin, daha "az gelişmiş(!)" yerlerin de aslında kendilerine özel, gayet de tercih sebebi olabililip arzu edilebileceklerini gösteriyor, çok da güzel yapıyor.
CittaSlow ağına girebilmek için bazı kriterlere sahip olmak gerekiyor, her nüfusu az kasaba ya da her köy, hele ki bir şehir, istediğinde cittaslow adı alamıyor. Başvuranın, Cittaslow Uluslararası Koordinasyon Komitesi tarafından kapsamlı bir incelemeden geçirilerek kabul olup olmayacağı kararı veriliyor.
Bu oluşumdaki bu mütevazi karakterin kozmopolit şehirlere ve standartlaşmaya baş kaldıran, hafiften kendini özel ve ulaşılmaz tutan tavrına özellikle ba-yı-lı-yo-rum!
"Ah anneannelerimizin döneminde hayat ne güzelmiş dünya daha temiz, yaşamak daha kolaymış, bak bizim dönem ne fena, ne tüketici tüh tüh" edebiyatı yapmıyorum; bizler ki hızlı yaşamayı, koşturmayı, "multi-task"bireyler olmayı gercekten seven insanlarız, bir cittaslow'a konsak 2-3 haftaya koşturmamıza geri kaçarız..
Ama; "standartlaşmaya hayır" işte; herkesin aynı şeyleri gözünde büyütmesine hayır; insanların rahat edemeyeceği şeylere sırf "öyle begeniliyor" diye sahip olmaları gerektigini düşünmelerine hayır!
Bu isimde toplanan şehirlere kesinlikle McDonalds vb. fast food markaları giremiyor, 5yıldızlı koocaman tatil köyü inşaa edilemiyor; yok alışveriş merkeziymiş yok gürültülü gece kulüpleriymiş, süpermarketlermiş.. burada yok onlar.
Var olan şartlara bakarsak; misafirperverlik şart, çevrecilik şart, dogal mutfağını koruması şart.
Sakin şehirlerin bende yarattıklarından, Uluslararası Yavaş Kentler Birliği (Cittaslow) detaylarına gelirsek ;
Cittaslow tanımı ilk olarak İtalya'da Toscana-Chianti için kullanılmış.
Cittaslow birliğine Türkiye'den ilk başvuran ve kabul olan belde ise İzmir'in Seferihisar beldesi.
Türkiye'de bunu Akyaka, Gökçeada, Yenipazar ve Taraklı izlemiş..
Türkiye'deki SakinŞehirlere buradan ulaşabilirsiniz.
cittaslow olabilmek için gerekli şartlar a ise buradan..
Bu da uluslararası web sitesi.
Bu arada, bu birliğin başlangıcı aslında "Slow Food" akımına dayanıyor, ki bu apayrı bir yazı konusu. Tadını çıkara çıkara yaşamayı desteklediğinden, en az cittaslow kadar desteklenebilecek, degeri bilinecek, en az onun kadar üzerine yazılabilecek bir konu o da.
"Standartlaşmaya ve ruhsuzlaşmaya hayır." demiş miydim?
CittaSlow - Yavaş şehirler.
Hani özellikle de İstanbul'da yaşayan çoğumuzun devamlı "Kafa dinlemek için kaçmak istiyorum bir yerlere" serzenişlerindeki "bir yerler" var ya, onlar bu mekanlar işte.
Şuna benzetiyorum; bir insan vardır, her insan gibi kendine özel olan ama içinde bulundugu toplumun "idealize ettiği" kriterlerden farklı tarafları yüzünden, sırf cogunlugun begenisine uymadıgı için kendini daha cok "eksi"tarafta hisseden. Oysa ki o özelliklerin onu "farklı kılan"lar oldugunu farkedemeyen ya da geç farkeden..
Böyle durumlarda tam da o "çogunlugun negatif algıladıgı" özellikler başka bir bakış açısı tarafından öne cıkarılıp algı değiştirildiğinde, o farklı taraflar bir anda onun en özeli en güzeli olabilir ya hani, begenilmesini ve sevilmesini tam da bu saglayabilir ya..
Bu yavaş şehirler oluşumu da aynı buna benziyor işte.
Şehirlerin gelişmişlik, özgürlük, modernlik,zenginlik ölçüsünün ordaki gökdelenlerin, alışveriş merkezlerinin, büyük otel zincirlerinin sayısı ile orantılı tutuldugu günümüzde bunların hiç birini barındırmayan daha az nüfuslu, daha sakin, daha "az gelişmiş(!)" yerlerin de aslında kendilerine özel, gayet de tercih sebebi olabililip arzu edilebileceklerini gösteriyor, çok da güzel yapıyor.
CittaSlow ağına girebilmek için bazı kriterlere sahip olmak gerekiyor, her nüfusu az kasaba ya da her köy, hele ki bir şehir, istediğinde cittaslow adı alamıyor. Başvuranın, Cittaslow Uluslararası Koordinasyon Komitesi tarafından kapsamlı bir incelemeden geçirilerek kabul olup olmayacağı kararı veriliyor.
Bu oluşumdaki bu mütevazi karakterin kozmopolit şehirlere ve standartlaşmaya baş kaldıran, hafiften kendini özel ve ulaşılmaz tutan tavrına özellikle ba-yı-lı-yo-rum!
"Ah anneannelerimizin döneminde hayat ne güzelmiş dünya daha temiz, yaşamak daha kolaymış, bak bizim dönem ne fena, ne tüketici tüh tüh" edebiyatı yapmıyorum; bizler ki hızlı yaşamayı, koşturmayı, "multi-task"bireyler olmayı gercekten seven insanlarız, bir cittaslow'a konsak 2-3 haftaya koşturmamıza geri kaçarız..
Ama; "standartlaşmaya hayır" işte; herkesin aynı şeyleri gözünde büyütmesine hayır; insanların rahat edemeyeceği şeylere sırf "öyle begeniliyor" diye sahip olmaları gerektigini düşünmelerine hayır!
Bu isimde toplanan şehirlere kesinlikle McDonalds vb. fast food markaları giremiyor, 5yıldızlı koocaman tatil köyü inşaa edilemiyor; yok alışveriş merkeziymiş yok gürültülü gece kulüpleriymiş, süpermarketlermiş.. burada yok onlar.
Var olan şartlara bakarsak; misafirperverlik şart, çevrecilik şart, dogal mutfağını koruması şart.
Sakin şehirlerin bende yarattıklarından, Uluslararası Yavaş Kentler Birliği (Cittaslow) detaylarına gelirsek ;
Cittaslow tanımı ilk olarak İtalya'da Toscana-Chianti için kullanılmış.
Chianti |
Cittaslow birliğine Türkiye'den ilk başvuran ve kabul olan belde ise İzmir'in Seferihisar beldesi.
Seferihisar |
Türkiye'de bunu Akyaka, Gökçeada, Yenipazar ve Taraklı izlemiş..
Türkiye'deki SakinŞehirlere buradan ulaşabilirsiniz.
cittaslow olabilmek için gerekli şartlar a ise buradan..
Bu da uluslararası web sitesi.
Bu arada, bu birliğin başlangıcı aslında "Slow Food" akımına dayanıyor, ki bu apayrı bir yazı konusu. Tadını çıkara çıkara yaşamayı desteklediğinden, en az cittaslow kadar desteklenebilecek, degeri bilinecek, en az onun kadar üzerine yazılabilecek bir konu o da.
"Standartlaşmaya ve ruhsuzlaşmaya hayır." demiş miydim?
7 Kasım 2011 Pazartesi
Sevdiğim blog: Fortfolio
Bazı yazılar oluyor, başka biri nasıl düşündüklerimi bu kadar "düşündüğüm gibi" yazmış şaşırıyorum.
Devamlı takip ettiğim bloglardan biri fortfolio.
Resmen merak ediyorum güncellendiğini görünce. Hem çok begeniyorum, hem çok imreniyorum yazdıklarını okurken.
Yine günlük yazılarımdan çıkmış gibi hissettiğim bir yazısından alıntı yapıyorum :
"Sevmek daha iyidir, daha kesindir çünkü sevildiğinizden hiç bir zaman emin olamazsınız derler ya... Yalan o! Öyle bir olursunuz ki, öyle bir hissedersiniz ki onu.
Sırf midende kelebek uçurtan bir aşktan söz etmiyorum, heyecandır o. Önce yanıltır, sonra geçer.
Mutfakta beraber basit bir yemek yapmanın, en şık restaurant'ta yemek yemekten daha çok keyif verdiği bir sevgiden bahsediyorum.
Dostluğun seksle karıştığı bir sevgi.
Yalancıktan elele tutuşmak degil, laf olsun diye yanyana durmak değil, beraber hayal kurmak...
İhanetin özgürlük maskesi, sadakatin kölelik maskesi altına saklanmadığı bir şey bu. "
Devamlı takip ettiğim bloglardan biri fortfolio.
Resmen merak ediyorum güncellendiğini görünce. Hem çok begeniyorum, hem çok imreniyorum yazdıklarını okurken.
Yine günlük yazılarımdan çıkmış gibi hissettiğim bir yazısından alıntı yapıyorum :
"Sevmek daha iyidir, daha kesindir çünkü sevildiğinizden hiç bir zaman emin olamazsınız derler ya... Yalan o! Öyle bir olursunuz ki, öyle bir hissedersiniz ki onu.
Sırf midende kelebek uçurtan bir aşktan söz etmiyorum, heyecandır o. Önce yanıltır, sonra geçer.
Mutfakta beraber basit bir yemek yapmanın, en şık restaurant'ta yemek yemekten daha çok keyif verdiği bir sevgiden bahsediyorum.
Dostluğun seksle karıştığı bir sevgi.
Yalancıktan elele tutuşmak degil, laf olsun diye yanyana durmak değil, beraber hayal kurmak...
İhanetin özgürlük maskesi, sadakatin kölelik maskesi altına saklanmadığı bir şey bu. "
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)