Günaydın.
Tutarsızlık Uyarısı
"Kısa" yazılar yazmak istediğimi söylemiş miydim?
20 Nisan 2012 Cuma
16 Nisan 2012 Pazartesi
Rüya tabiri.
Bir rüya gördüm.
Daha çok yeni.
Daha öncesinden sonunu bildiğim bir felaket varmış. kocaman bir binanın yıkılışı gibi bir şey.
Ben bunun böyle sonlanacağını biliyormuşum. daha önce ayynısını görmüşüm, yaşamışım. deja vu mu diyorum, yok degil, resmen aynısını yaşadım daha önce, her anını her hissedişimi hatırlıyorum.
Bile bile, hiç bir şeyi değiştirmeden, sadece binanın yıkılacağını bildiğimden bu sefer binanın içinde degil de, biraz daha uzagında durarak, aynı şeyleri, binanın yıkılışını seyrediyorum yine.
İrili ufaklı parçalar sıçrıyor bana da uzakta da olsam; yine canım acıyor.
Daha önceki büyük yıkımı hatırlatması bile tek başına oldukça acı benim için o an zaten.
Gerçekçiydi.
Tıpkı görüp de görmemezlikten geldiklerin gibi, sonunda gözüne soka soka birilerinin göstermesi gibi.
Sonunu bile bile yolunu değiştirmek yerine bu sefer az daha yavaş gittiklerin gibi.
Bu sefer, o binanın yıkılacağını öngörüp içine girmemene mi sevinmeli şimdi, yoksa bilmene rağmen hala onun etrafında dönüp parçalarının acıtmayacağı kadar uzaklaşamamış olduğuna mı üzülmeli?
Daha çok yeni.
Daha öncesinden sonunu bildiğim bir felaket varmış. kocaman bir binanın yıkılışı gibi bir şey.
Ben bunun böyle sonlanacağını biliyormuşum. daha önce ayynısını görmüşüm, yaşamışım. deja vu mu diyorum, yok degil, resmen aynısını yaşadım daha önce, her anını her hissedişimi hatırlıyorum.
Bile bile, hiç bir şeyi değiştirmeden, sadece binanın yıkılacağını bildiğimden bu sefer binanın içinde degil de, biraz daha uzagında durarak, aynı şeyleri, binanın yıkılışını seyrediyorum yine.
İrili ufaklı parçalar sıçrıyor bana da uzakta da olsam; yine canım acıyor.
Daha önceki büyük yıkımı hatırlatması bile tek başına oldukça acı benim için o an zaten.
Gerçekçiydi.
Tıpkı görüp de görmemezlikten geldiklerin gibi, sonunda gözüne soka soka birilerinin göstermesi gibi.
Sonunu bile bile yolunu değiştirmek yerine bu sefer az daha yavaş gittiklerin gibi.
Bu sefer, o binanın yıkılacağını öngörüp içine girmemene mi sevinmeli şimdi, yoksa bilmene rağmen hala onun etrafında dönüp parçalarının acıtmayacağı kadar uzaklaşamamış olduğuna mı üzülmeli?
15 Nisan 2012 Pazar
'Yakın' Tarih
Ortaokul-lise boyunca tüm ögretmenlerimle aram fazla fazla iyiyken, tarih ögretmenlerinle bi türlü yıldızım barışamamıştır nasılsa, kötü tesadüfler diyelim; belki de bu sebepten kendi kendime aldıgım tarih kitaplarının da hakkını veremediimi düşünmüşümdür. En bilgili olmamız gereken konulardan oysa ki tarih..
Savunmak istediklerini dik durarak savunabilmek için;
Saçma söylemlerin niçin saçma oldugunu anlatabilmek için;
Şu an'ını daha iyi değerlendirebilmek için.
Seneler önce, üniversitedeyken aldığım mükemmel bir kaynak vardı; Cumuriyet Gazetesi özet arşiv dosyası.
Zaten güvendiğin bi gazetenin tüm cumhuriyet tarihi boyunca yayımladıkları, manşetleri..
O zamanlar yine hakkını tam veremediğimden, aldım şimdi yeniden incelemeye başladım.
Hem bilmediklerimi ögrenmek için; hem unuttuklarımı hatırlamak için.
Apolitik nesiliz çünkü biz.
Konu gece eğlencesine, ikili ilişkilere, seyahatlere, maddi bagımsızlıga gelince her türlü özgürlüğü savunuyoruz , üzerine nutuklar veriyoruz da, kendi ilişkilerimize tıkılıp kalmışız işte, altı boş bir sürü laf edip onu bunu bir sürü sıfatla basitçe - ennn yüzeysel haliyle yaftalayıp, banadokunmayanyılancılık la devam ediyoruz.
Tv li ortamlarda, sabah haberleri seyretmek yerine keyfimiz kaçmasın diye müzik kanalları açıyoruz; akşam gündeme göz atmak yerine neşemiz bozulmasın diye sit-com ları tercih ediyoruz.
İçinde birebir bu durumu yaşayanlar olarak, tabi ki bizim payımız çok bu bilinçsizlikte, kaçışta, biliyorum; ancak tek sebep biz degiliz, onu da biliyorum.
bahane bulmak haddim ya da hakkım degil, bahaneler zayıflıgını kabul etmek sadece; ama nesilden nesile bu kadar değiştiyse çok şey; bu olay sadece bireysel tembellikle vs açıklanamaz herhalde.
Kitleleri etkilemiş bir hal, bireysel hallerimize fena halde sızıyor yalnız.
Düşünmek istemeyişlerimize, yoruldum ugrasamam'larımıza, "naapalım sistem böyle"lerimize, kaçışlarımıza..
Seçim zamanları oy kullanmak yerine tatile gitmeyi tercih edenlerle, sonra da sonuca küfredenlerle dolu bizim buralar. Sorumluluğunun farkında bile olmayanlarla, sorumluluk almak istemeyenlerlerle ; sadece kendi yarınını düşünürken , aslında en çok içinde bulundugu kitlenin yarınından etkileneceğini unutanlarla.
Çok acayip şeyler var Cumhuriyet arşivinde ;
Darbeler, büyük devalüasyonlar, karartmalar...
Hapse giren sanatçılar, Bülent Ersoy yasakları, ilk tiyatrolar..
Merve Kavakçılar, hapishaneden meclise girenler, katledilenler..
14 Nisan 2012 Cumartesi
Güç ne ki?
Ne güzel çocuklardık biz di mi..
Sonra, biz büyüdük ve kirlendi dünya.
Çünkü, bazen böyle olabiliyor. Hatta, evet cogu zaman bu böyle oluyor.
Duygusal bag kurdugun herhangi bir şeyler, sonra gelip seni acıtabiliyor. Hatta, evet cogu zaman acıtıyor.
Eş olur, dost olur, iş olur, çok basit çok gündelik mahalledeki manav teyzeye, ne bileyim bakkal amcaya duydugun sevgi saygı olur...
Bi gün gelip senin hiç düşünmediğin bi şey oluveriyor, kötü. O zamana kadar aklından geçenlerden çok uzak. Anlamamış olmaları seni kırıyor. Yumuşacık için katılaşmak istiyor, rengarenk isteklerin donuklaşıyor.
Olabiliyor yani.
"E olmuyor işte, hep aynı hatalara düşüyorum, hep güveniyorum, hep hemencecik seviyorum, sonra hep aynı kırıklıkları yaşıyorum" diyebiliyorsun. Hatta, evet...
Akabininde "Yok yok bundan sonra şunu sevmek yok, buna güvenmek yok, ona yakın hissetmek yok.." diye kararlar cıkabiliyor o "için"den.
Bi'şey söyleyeyim mi ; bu iş galba inat işi.
Kendin gibi kalabilmek yani.
Severek kalabilmek yani.
Seni düşürebilecek o kadar cok şey oluyor ki çünkü; sevmekten vazgeçirebilecek..
"pes ettim" dedirtecek o kadar çok şey oluyor ki.
Yine de tabi ki tercih meselesi.
Ama benim tercihim;
"Sadece "formaliteden" yapmak, bişeyi "olamadan, hissedemeden" yapmak kadar hayatı söndüren bir şey yok" tarafında. Günlük ilişkilerde de, hatta iş'te bile.
En başarılı profesyonellik, içindeki amatör ruhu öldürmemek çünkü.
Ruhsuzlaşınca kazandıgın bencillik, kırılmama, ezilmeme vs ; kaybettiğin coşkudan heyecandan ışıktan cok cok daha değersiz şeylere kaynaklık yapıyor; kaybettiklerin cok daha büyük yani.
O geride bıraktıgın sen, gün gelip hesap sorabiliyor hem.
Hiç ummadıgın, kendini tamm da kurallarına göre oynuyorsun sandıgın bir anda.
O kadar soguk, o kadar sert, o kadar igrenç hissettiren bir ifadesi var ki karsına cıkan şeyin; güvensizliğini kırılganlıgını örtmek için yapıştırdıgın hatta benimsediğin tüm maskeler birer birer kaçabiliyor senden bir anlığına ve sen yüzyüze kaldıgında o çıplak halinle ; titriyorsun savunmasızlıktan. Kendini kendine savunamıyorsun.
Sevebilmek, en büyük güç çünkü. Pes etmeyene. En güvenilir güç. Gelip geçici olmayan üstelik.
Öyle somut-maddi verilerle kazandım-kaybettim diye tanımlar yapmak kadar asla basit ve yüzeysel olmayacak, güzelliği - dogrulugu her seyin önüne koyabilecek; haliyle nolursa olsun "içi rahat" olacak, her yüzleşmede, her haliyle.
Kendiyle yüzleştiğinde içi rahatsa bir insanın, mutluluktan gözleri dolabiliyorsa arada da olsa; kazanıyordur o zaten.
Sonra, biz büyüdük ve kirlendi dünya.
Çünkü, bazen böyle olabiliyor. Hatta, evet cogu zaman bu böyle oluyor.
Duygusal bag kurdugun herhangi bir şeyler, sonra gelip seni acıtabiliyor. Hatta, evet cogu zaman acıtıyor.
Eş olur, dost olur, iş olur, çok basit çok gündelik mahalledeki manav teyzeye, ne bileyim bakkal amcaya duydugun sevgi saygı olur...
Bi gün gelip senin hiç düşünmediğin bi şey oluveriyor, kötü. O zamana kadar aklından geçenlerden çok uzak. Anlamamış olmaları seni kırıyor. Yumuşacık için katılaşmak istiyor, rengarenk isteklerin donuklaşıyor.
Olabiliyor yani.
"E olmuyor işte, hep aynı hatalara düşüyorum, hep güveniyorum, hep hemencecik seviyorum, sonra hep aynı kırıklıkları yaşıyorum" diyebiliyorsun. Hatta, evet...
Akabininde "Yok yok bundan sonra şunu sevmek yok, buna güvenmek yok, ona yakın hissetmek yok.." diye kararlar cıkabiliyor o "için"den.
Bi'şey söyleyeyim mi ; bu iş galba inat işi.
Kendin gibi kalabilmek yani.
Severek kalabilmek yani.
Seni düşürebilecek o kadar cok şey oluyor ki çünkü; sevmekten vazgeçirebilecek..
"pes ettim" dedirtecek o kadar çok şey oluyor ki.
Yine de tabi ki tercih meselesi.
Ama benim tercihim;
"Sadece "formaliteden" yapmak, bişeyi "olamadan, hissedemeden" yapmak kadar hayatı söndüren bir şey yok" tarafında. Günlük ilişkilerde de, hatta iş'te bile.
En başarılı profesyonellik, içindeki amatör ruhu öldürmemek çünkü.
Ruhsuzlaşınca kazandıgın bencillik, kırılmama, ezilmeme vs ; kaybettiğin coşkudan heyecandan ışıktan cok cok daha değersiz şeylere kaynaklık yapıyor; kaybettiklerin cok daha büyük yani.
O geride bıraktıgın sen, gün gelip hesap sorabiliyor hem.
Hiç ummadıgın, kendini tamm da kurallarına göre oynuyorsun sandıgın bir anda.
O kadar soguk, o kadar sert, o kadar igrenç hissettiren bir ifadesi var ki karsına cıkan şeyin; güvensizliğini kırılganlıgını örtmek için yapıştırdıgın hatta benimsediğin tüm maskeler birer birer kaçabiliyor senden bir anlığına ve sen yüzyüze kaldıgında o çıplak halinle ; titriyorsun savunmasızlıktan. Kendini kendine savunamıyorsun.
Sevebilmek, en büyük güç çünkü. Pes etmeyene. En güvenilir güç. Gelip geçici olmayan üstelik.
Öyle somut-maddi verilerle kazandım-kaybettim diye tanımlar yapmak kadar asla basit ve yüzeysel olmayacak, güzelliği - dogrulugu her seyin önüne koyabilecek; haliyle nolursa olsun "içi rahat" olacak, her yüzleşmede, her haliyle.
Kendiyle yüzleştiğinde içi rahatsa bir insanın, mutluluktan gözleri dolabiliyorsa arada da olsa; kazanıyordur o zaten.
12 Nisan 2012 Perşembe
Mektup
Yine bir Ece Temelkuran yazısı okuyordum; önce orada rastladım aşağıda geçen cok güzel üç-beş cümleye.
Bir mektuptan bahsediyordu Ece, Meral Okay'ı anlatırken..
Geri kalanını merak ettim o cümlelerin, biraz araştırdım; meğer o mektup taaa 2006da yazılmış, ama tabi ki son günlerde "tıklanma" rekoru kırıyormuş vs vs.
Bir tık da benden gelsin o zaman dedim; Meral Okay'ın kaleminden; kendi gibi karakterli, güçlü, sağlam, duygusu yogun bir yazı; en sevdiğim gibi olanından :
"Bugün eksik olan ne? Bu topraklarda aşk ve mutluluk kutsanmaz, ayrılık ve acı kutsanmıştır. Birlikteliklerdeki tutku kutsanmaz da, ayrılıktaki tutku kutsanır hep. Yaralarıyla mutlu olmaya daha yatkın bir kültüre aitiz biz.
Öyle kadınlar ve erkekler tanıyorum, risk almıyorlar. Aşk emniyetli bir şey değildir. Emniyetli olan sevgidir. Aşk ehlileşmez, sakinleşemez. Öyle olursa akraba olursunuz.
Bir de aşık olunacak mecra kalmadı. Artık ortak alanları paylaşmıyoruz. Bizim agoramız yok artık. Herkes kendi bacağından asılmak isteyen koyun tarifinde.
Bu hem maddi hem manevi bir şeydir. Gelir, böyle adamı aşkta da emniyet arayan birine dönüştürüverir. Herkes kendi kişisel başarı öyküsünün peşinde. Belki de biz herkes için daha adil, daha vicdanlı daha temiz bir dünyanın düşünü paylaştığımız için başkalarıyla da bir arada durmanın ne kadar zenginleştirici bir şey olduğunu biliyorduk.
Şimdi bu duyguların esamesi okunmuyor. Yoksullaşmamız sadece ekonomik anlamda olmadı. Duygusal anlamda, dayanışma anlamında birbirimizin yaralarına bakma konusunda da yoksullaştık. Şimdi empati denen modern kavram var ya, biz onun ağababasını tanıyan ve buna içerilmiş bir dünyadan geldik buralara.
Dizilerdeki aşık olma süreci o kadar uzun ki, öncelikle bu rasyonel değil! Aşk çok ani, hızlı ve genellikle beklenip, tasarlanamayan bir şeydir. Kafana bir taş düşer, neye uğradığını şaşırırsın. Ve bunun aşk olduğunun da sonradan adını korsun. İrrasyonellik sadece bu değil, bir de dizi karakterlerinin çok ön hazırlığı var aşık olmak için. Halbuki, hayatta böyle değildir, aşk tasarlanılan ve ön hazırlığı yapılabilen bir şey değildir.
Eskinin, hani o dalga geçilen mantık evliliklerinde bile, bugünkü hesaplılıktan daha çok aşk vardı diyesi geliyor insanın. Ali Poyrazoğlu dedi, ’Aşk bir kör atlayıştır.’
İnsanların birbirleri için ’sağlama’ yapacakları alanlar kalmadı. Modern hayatlar ve modern zamanlarda böyle bir şansı yoktur insanın. Son bir aydır, ’Ben aslında duyguları olan iyi bir insanım’ mesajını, ben şu cümleyle alıyorum.
- Babam ve Oğlum’u gördün mü?
- Hee gördüm
- Ağladın mı?
- Sana ne?
Yani ben de duyarlıyım ve iyi bir insanım. Bu arada, ben de filmi seyrettim. Yeri gelmişken ve sabah seansında katılarak ağladım ama bu soruları soran insanlarla o kadar ayrı şeylere ağladık ki.
Benim o filmde yandığım, bu ülkenin o temiz çocuk yürekli insanlarının, bu ülke tarafından nasıl da kırıldığını, nasıl da örselendiklerini, onurlarıyla ekmekleriyle nasıl da oynandığını gördüğüm için bu uğurda yiten, onulmaz acılar çeken insanlarımızı hatırlayarak ağladım.
Belki de bugünkü aşksızlık hâli de, o dönemlerin ürünüdür diyeceğim ama aşk bunların hepsinin üzerinden atlayabilecek bir şey olmalı… ”
Bir mektuptan bahsediyordu Ece, Meral Okay'ı anlatırken..
Geri kalanını merak ettim o cümlelerin, biraz araştırdım; meğer o mektup taaa 2006da yazılmış, ama tabi ki son günlerde "tıklanma" rekoru kırıyormuş vs vs.
Bir tık da benden gelsin o zaman dedim; Meral Okay'ın kaleminden; kendi gibi karakterli, güçlü, sağlam, duygusu yogun bir yazı; en sevdiğim gibi olanından :
"Bugün eksik olan ne? Bu topraklarda aşk ve mutluluk kutsanmaz, ayrılık ve acı kutsanmıştır. Birlikteliklerdeki tutku kutsanmaz da, ayrılıktaki tutku kutsanır hep. Yaralarıyla mutlu olmaya daha yatkın bir kültüre aitiz biz.
Öyle kadınlar ve erkekler tanıyorum, risk almıyorlar. Aşk emniyetli bir şey değildir. Emniyetli olan sevgidir. Aşk ehlileşmez, sakinleşemez. Öyle olursa akraba olursunuz.
Bir de aşık olunacak mecra kalmadı. Artık ortak alanları paylaşmıyoruz. Bizim agoramız yok artık. Herkes kendi bacağından asılmak isteyen koyun tarifinde.
Bu hem maddi hem manevi bir şeydir. Gelir, böyle adamı aşkta da emniyet arayan birine dönüştürüverir. Herkes kendi kişisel başarı öyküsünün peşinde. Belki de biz herkes için daha adil, daha vicdanlı daha temiz bir dünyanın düşünü paylaştığımız için başkalarıyla da bir arada durmanın ne kadar zenginleştirici bir şey olduğunu biliyorduk.
Şimdi bu duyguların esamesi okunmuyor. Yoksullaşmamız sadece ekonomik anlamda olmadı. Duygusal anlamda, dayanışma anlamında birbirimizin yaralarına bakma konusunda da yoksullaştık. Şimdi empati denen modern kavram var ya, biz onun ağababasını tanıyan ve buna içerilmiş bir dünyadan geldik buralara.
Dizilerdeki aşık olma süreci o kadar uzun ki, öncelikle bu rasyonel değil! Aşk çok ani, hızlı ve genellikle beklenip, tasarlanamayan bir şeydir. Kafana bir taş düşer, neye uğradığını şaşırırsın. Ve bunun aşk olduğunun da sonradan adını korsun. İrrasyonellik sadece bu değil, bir de dizi karakterlerinin çok ön hazırlığı var aşık olmak için. Halbuki, hayatta böyle değildir, aşk tasarlanılan ve ön hazırlığı yapılabilen bir şey değildir.
Eskinin, hani o dalga geçilen mantık evliliklerinde bile, bugünkü hesaplılıktan daha çok aşk vardı diyesi geliyor insanın. Ali Poyrazoğlu dedi, ’Aşk bir kör atlayıştır.’
İnsanların birbirleri için ’sağlama’ yapacakları alanlar kalmadı. Modern hayatlar ve modern zamanlarda böyle bir şansı yoktur insanın. Son bir aydır, ’Ben aslında duyguları olan iyi bir insanım’ mesajını, ben şu cümleyle alıyorum.
- Babam ve Oğlum’u gördün mü?
- Hee gördüm
- Ağladın mı?
- Sana ne?
Yani ben de duyarlıyım ve iyi bir insanım. Bu arada, ben de filmi seyrettim. Yeri gelmişken ve sabah seansında katılarak ağladım ama bu soruları soran insanlarla o kadar ayrı şeylere ağladık ki.
Benim o filmde yandığım, bu ülkenin o temiz çocuk yürekli insanlarının, bu ülke tarafından nasıl da kırıldığını, nasıl da örselendiklerini, onurlarıyla ekmekleriyle nasıl da oynandığını gördüğüm için bu uğurda yiten, onulmaz acılar çeken insanlarımızı hatırlayarak ağladım.
Belki de bugünkü aşksızlık hâli de, o dönemlerin ürünüdür diyeceğim ama aşk bunların hepsinin üzerinden atlayabilecek bir şey olmalı… ”
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)