Sanmıyorum ki herhangi bir yerde takılıp kalayım.
İnsanın kendi kendine koyduğu sınırlar kadar tehlikeli değil hiçbir şey, kendisine ya da çevresine yapıştırdığı önyargılı kişilikler ve buna kendini inandırması kadar uzaklaştırıcı ve sınırlayıcı olamaz başka bir " gerçek sorun".
Geçmişte kazandıkların, kaybettiklerin, yaşadıkların, gördüklerin öyle kirletiyor ki aklını, kalbini... Objektif bakamaz oluyorsun en sonunda, ne kendine, ne O'na, ne diğerlerine.
"Eternal sunshine of the spotless mind" tadında ütopik bir beklentim yok, ama en azından babamın kendimi bildim bileli en çok verdiği öğüdü tutabileyim : " Hiç bişeye karşı önyargılı olma, ne kötü önyargılı, ne iyi önyargılı. "
Herkes kendi mazisinden yola çıkarak çiziyor çerçevesini ve geçmişlerden yola çıkılarak oluşturuluyor hep gelecekler.
Gerçeği görmeye engel, şimdiki zamana kendini bırakmaya engel, "doğalını" yaşamaya engel kendi içimizde saplanıverdiğimiz inançlarımız. "İyi ya da kötü önyargılarımız".
Mazi ve inançlar alışkanlık yaratır ve alışkanlıklar da herzaman daha kolaydır, bilirim. Tehlike burada başlıyor zaten. Yaralarından uzaklaşınca iyileşeceğini bile bile, onlara sadık kalmak istersin bazen, o yaralardan uzak kalmak daha yabancı hissettirir sana kendini, yaraları kaşıdıkça ne fes alabiliyorsundur sanki sadece. Kendini daha yalnız hissedersin senelerdir olan inançlarını ve korkularını atmaya kalktığında, o inançların seni dibe cekebileceğini bile bile. Bir türlü çözememiş olmanın verdiği bir zayıflık belki de. Çözebileceğin günü beklemek o yarayı silmekten daha cazip geliyor ve kurtulmak bile istemiyorsun. Hatta bu yüzden seni daha iyi hissettirecek bir sürü şeyin kötü tarafını görmek istiyorsun. Kendini haklı çıkarmak, o inançlarının doğru olduğunu ve gercekten yaraların hep var olduğunu kendine kanıtlamak seni rahatlatıyor sanki, kendine geliyormuşsun gibi. Kendini hatırlıyormuşsun gibi. Görmek istediklerini görüyorsun yaralarını devamlı taşımak için sonra da. Hastalık işte. Bataklık. Ve vurguluyorum, bir o kadar da, "seçim".
Herkesin var birsürü yarası beresi. Nerelerden geçmedik şunca senelerdir?
Hem kendim yürüdüm o yollardan, hem yürüyenlere eşlik ettim, hem seyrettim.. Arada kendi yolumda düştüm kaldım, arada başkalarının bataklığına saplandım. Ama hakkaten sanmıyorum ki artık bir yerde takılıp kalayım. düşerim kalkarım düşerim kalkarım... En doğalıyla, en "insanca"sıyla. daha ne yollar var kimbilir, önümüz açık..
Dışarıdan seyretmen gerekiyor bazen kendi hayatını, çıkmazlara düştüğünde. Senin eline yapış yapış endişeler ve korkular tutuşturup elini kolunu balçığa bulayarak geçivermiş olan mazinin arkasından bakakalmak yerine; iki dakikalıgına onu görmezden gelerek, zihnini kısacık bir süreliğine temizleyerek düşünmek gerek, hele ki karar aşamalarında.
En azından bunun farkına varıp çaba göstermenin daha sağlıklı olduğunu düşünüyorum. İçi ferahlayıveriyor insanın o an, büyük yüklerden kurtulurmuşsun gibi. Umut dolabiliyorsun geçmişi siliverdiğinde.
Yok saymak değil bahsettiğim asla. Tortularından ve isinden pisinden temizlenmek gibi bir şey.
Geçmişine değil de geleceğine odaklandığında o kadar da zor değil hiç bir şey. Ufacık bir bakış açısı değişikliği sadece. Birazcık çaba. Seçim ve kendini kontrol. Ama en önemlisi, istek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder